28 Temmuz 2013 Pazar

Gezi Güncesi III - Fojnica(Fransisken) Manastırı

Bu sabah Fojnica'ya doğru yola koyulduk. Saraybosnadan yaklaşık 1.30 saat sürüyor. Yolda yeşilin nice tonuna rastladık. Her yer mi ağaç, çiçek olur Rabbim. Çok güzeldi. Dağları tepeleri tırmanarak Fransisken Manastırı'na ulaştık. Bu kadar uzaktan çekebilme fırsatım olmadığı için bu fotoğrafı kendi sitesinden aldım.
Ama manastır kapalıydı. Yenileme çalışmaları, tadilat varmış. O kadar yol geldiğimize mi üzülelim, meraklı gözlerle geri döneceğimize mi bilemedik. Tüm kapılar kapalı ve kapının birinde zil vardı. Zile bastık ve abim ingilizce derdimizi anlattı, müzeyi gezmek istediğimizi söyledi. Megafondaki ses kapalı olduğunu söyleyince, 'Ama biz Türkiye'den geldik, Ahdnameyi görmek istiyoruz' deyince 'bir dakika' dedi. Türkiye burada kilit isim. Birazdan 20li yaşlarda bir genç geldi, müzenin kapalı olduğunu, yalnızca Ahdnameyi gösterebileceğini söyledi. İçeri adım attığımızda ışıklar kapalı, bir tek biz varız, bir de sürüyle heykel, bayağı tüylerimiz diken diken oldu. Sanırım biz 3 kişi olunca ve abimle iyi muhabbet edince mi bilmem, biz tüm müzeyi gezme fırsatını yakaladık :) Neler yok ki.. Bosna'nın kültür mirası burada yatıyor. Çeşit çeşit tablolar, değerli taşlar, piyanolar, eski eşyalar, heykeller... Eserlerin fotoğrafını çekemedim tabi. Sonra bir kütüphaneye girdik. Başım döndü diyeceğim ama abartmıyorum, 500 yıllık el yazması kitaplar, Kuran-ı Kerim'ler, çoğu felsefe, din üzerine olan bir sürü eser vardı. Odanın o eski kitap kokusunu tarif bile edemeyeceğim. Yanarım yanarım buranın fotoğrafını çekemediğime yanarım.  Müzede, büyük olasılıkla bölgedeki en eski kitaplardan biri olan ve bazı Balkan ülkeleri ve zamanın önde gelen Bosnalı ailelerinin tarihi armalarının yer aldığı 1304 yılından kalma bir Arma Kitabı da bulunuyor. Kitabın sayfalarının kopyası bir odada sergileniyor.
Asıl bizim merak ettiğimiz Ahdnameye geldi sıra. Manastırın müze koleksiyonlarında, Fatih Sultan Mehmet'in Fransiskenlere güvenlik ve özgürlük teminatı veren Ahdnamesi bulunuyor. Bu belge, zamanın Fransiskenlerine Bosna Hersek'deki Katolikler arasında özgürce ibadet etme özgürlüğü vererek, bunun sonucunda da Bosna Katolikliğinin yüzyıllar boyunca korunmasına olanak sağlamıştır.Bu Ahd-name tarihin ilk insan haklarını düzenleyen sözleşmesi olarak biliniyor. Bir camın içinde orijinal belge sergileniyor.
Birer tane Ahd-namelerden satın alıp, rehberimize teşekkür ederek dışarı çıktık.

Böyle bir yere gelip de içeriyi gezemeyen insanlar adına gerçekten çok üzüldüm. Çünkü biz geldiğimizde de kapalı diye dönen birileri vardı. Rehberlik yapan gence ne zaman tamamlanacak bu tadilat diye sorunca bilmiyorum dedi. İçeride hiç bir çalışma yok üstelik. Anlayacağınız kafa iznine çıkmış çalışanlar, müze, manastır. İnşallah bir an önce ziyarete açılıp, bu muhteşemlikleri görmek isteyenleri kapalı kapılarla karşılamazlar. 
 Manastır tepede olduğu için Fojnicayı ayaklarınızın altında demiyim ama, gözlerinizin önünde :)

    Yoldan inerken bir ağacın köklerinde Meryem Ana olarak tahmin ettiğimiz bir heykel var çiçekler içinde. 


Bir sonraki Travnik, Mostar ve Kravica şelaleleri gezimizde görüşmek üzere sevgili bloggerlar :) Umarım gördüğüm güzellikleri biraz da olsa yansıtabilmişimdir.

Gezi Güncesi II - Aliya İzzetbegoviç Kabri

Hafta sonları daha bir anlamlı oldu burada benim için. Abim hafta içi çalıştığı için gezebileceğimiz hafta sonunu iple çekiyorum diyebilirim. Bu hafta yine Başçarşı'ya gittik. Aliya İzzetbegoviç'in kabrini ziyaret ettik. Başçarşının tepelerine tırmanınca şehitliği bulduk. Mezar taşların bakınca direk yaşlarını hesapladı zihnim. Çoğu 23- 25 yaşında olan gencecik şehitler.. Tepede ve havanın çok sıcak olmasına rağmen esiyordu çok güzel. Dualarımızı edip, 1-2 kare çekip ayrıldık oradan.


"Hukuk benim için sadece meslek değil inancım, yaşam tercihim ve hayat felsefem." 

Miljan Markovic: Boşnak ve Müslüman olmamasına rağmen Boşnakların yanında savaşmış 24 yaşında bir şehit. Bir tek bu mezar taşında fotoğraf gözüme ilişti.

Aliya İzzetbegoviç namı diğer Bilge Kral'ın birkaç sözünü de yeri gelmişken paylaşmak istiyorum:
"Hiç kimse intikam peşinde koşmamalı, sadece adaleti aramalıdır. Çünkü intikam sonu olmayan kötülüklerin de kapısını açar. Geçmişi unutmayın ama onunla da yaşamayın."

"Ben Avrupa’ya giderken kafam önümde eğik gitmiyorum. Çünkü çocuk, kadın ve ihtiyar öldürmedik. Çünkü hiçbir kutsal yere saldırmadık. Oysa onlar bunların tamamını yaptılar. Hem de Batı’nın gözü önünde; Batı medeniyeti adına.”

"Geleceğimizi geçmişimizde aramayacağız. Kin ve intikam peşinde koşmayacağız."

"Bu günleri gösteren yüce Allah'a hamd ediyorum. Tarihimizi kanımızla yazdık. Evlerimiz yakılıp yıkıldı. Düşmanlarımız mert değildi, alçakça katliamlar yaptılar. Yapılan katliamları dünya şimdilerde ortaya çıkartılan toplu mezarlardan anlamaktadır. Bu gerçekleri haykırmıştık, duyan olmamıştı. Tüm acılara rağmen çok şükür ayaktayız. Yıkılan ev ve camilerimizi yeniden inşa ettik. Şehitlerimizi rahmetle anıyoruz. Onlarla inşallah Cennet’te buluşacağız, onları Allah'ın ve meleklerinin huzurunda şanlı direnişlerinden dolayı kutlayacağız."


26 Temmuz 2013 Cuma

Gezi Güncesi

Bosna Hersek'ten selamlar :) Abimler görev dolayısıyla buraya geldiler, ben de tatilden istifade takıldım peşlerine. Yaklaşık 10 gündür buradayım. İlk izlenimim 'Aaa Karadenize benziyor.' oldu. Haftasonu epey gezme fırsatı bulduk.
Gezimize ilk olarak Sarajevo(Saraybosna) merkeze inmekle başladık. Başçarşı'ya gttik. Aslında ilk gün benim ajandamdaki gezilecek yerler kısmındaki her yeri görmüş oldum diyebilirim. Çünkü görülecek yerlerin çoğu Başçarşı'da yer alıyor. Kütüphanenin, Latin Köprüsünün yanından geçerek Başçarşı'ya ulaştık. Sebil, Saat Kulesi, Mimar Sinan'ın yapmış olduğu Gazi Hüsrev Bey Camisini gördük. Bir yerde iftar için yer ayırtıp gezmeye koyulduk. Bakır eşyalar, özellikle fincan-cezve setleri ve çini işleri çok fazla. Bunlar dışında benim gibi merağınız varsa birkaç antikacı görebilme fırsatınız da var :) Ben 1 tane kaval aldım ufak :) Müzeler kapalıydı. hatta bazı dükkanlar da sat 18.00 olmasına rağmen kapalıydı. Burada hayat erken kararıyor. 

 İftar için Cevabi söyledik. Kaymak ve soğanla getiriliyor. Çok güzel ve hafif bir köfte. Burada iftar için top patlıyor. O kadar yakınımızda patladı ki, tam ezanı bekleyip dikkat kesildiğimiz anda sıçradık yerimizden.

Yemekten sonra Moraca Han'a gittik. Otantik bir yer, birkaç kafe bulunuyor. Birine oturup kahve söyledik. Cezve ve lokumla geliyor. Cezveden 2 fincan kahve çıkıyor. Hayatımda ilk defa üst üste 2 fincan kahve içtim :) İlk günümüz böyle noktalandı.
Ertesi günkü Bosna gezimiz 'Tunel Spasa' yani Boşnakça Kurtuluş Tüneli, Türkçede ise hayat Tüneli denilen yerle başladı. Giriş biletlerimizi alıp içeri geçtiğimizde ingilizce bilen birisi bize rehberlik etti. Önce bahçede bir televizyonda 15 dakikalık, tünelin yapımını, savaş yıllarını, bombaları içeren bir kısa film izledik. Filmden onra tünele indik. 1 metre genişliğinde, 1.60m yüksekliğinde ve 20 metre uzunluğunda. Nesefim daraldı o kadarcık uzunluğu yürürken. Tünel yapıldığında Boşnaklar 800 metrelik bu tünelden havaalanına cephane, yiyecek taşımışlar. Tünelden çıkınca müzeye girdik. Savaş zamanından kalma eşyaların, bombaların, fotoğrafların olduğu. Dün gittiğimiz Saraybosnada gördüğüm Kütüphanenin ve sarı bir otelin bombalanmış fotoğrafları beni en çok etkileyen oldu. Müzedeki deftere bişeyler yazıp, afallamış bir biçimde çıktık dışarı. Burada hava sıcaklığı çok yüksek olmasa da, güneşi çok yakıcı. Sıcaktan bunaldık biraz.

Arabamıza binip yola koyulduk yeni bir keşif için. Roma köprüsünü de gördükten sonra 'Vrelo Bosna' yani 'Bosna Kaynağı'na vardık. Arabayı park edip biraz yürüyünce ulaştık ormanın içine. 'Aman Allahım, cennet burası mıydı?!?' dedim o an. Her yer yemyeşil. Sular, köprüler, kuğular; bir kartpostalın içinde yürüdük adeta. Saatlerce dolaştık. Her bir köşesinin tonu farklı. Fotoğraf karelerine sığmadı güzelliği. İnşallah tekrar gideceğiz.

Uzun zamandır olmadığım kadar mutlu oldum o gün. Bosna'yı bu kadar beğeneceğimi, bu kadar güzel olacağını tahmin etmemiştim.

25 Temmuz 2013 Perşembe

Ben Bu Gece Özledim

Dinlediğim Feridun Düzağaç şarkısı eskilere götürdü beni. Hiç unutmuyorum geziye gidilecekti o gece, toplanmıştık. Ben ve o caddenin kenarındaki banklarda oturuyorduk. Bu şarkı dilime dolanmıştı. Ama yanlış söylüyordum her seferinde. O'ysa her söyleyişimde gülüyordu bana. Yanlış söylediğimin farkındaydım ama o boşluğa ne geleceğini bilmediğimden  mantığıma uygun  bir şey uydurmuştum oraya. Şimdi bile şarkıyı kendi versiyonumu söylemeyi tercih ediyorum.
Bu gece ise o günden daha farklı,daha anlamlı bu şarkı benim için . Çünkü eski dostum Ayşenur'u özlediğimi fark ettim. Aslında onu mu, yoksa dostluğumuzu mu...
Biz çok farklıydık. O gezi gecesinde de olduğu gibi biz hep baş başaydık . Topluluğa karışırdık. Aynı evde kalırdık başka kızlarla ama en kalabalık ortamda bile biz sadece ikimizdik. Birbirimizi kıskanırdık, anlardık, düşünürdük, önemserdik.. Ne zaman anlamamaya başladık, ne zaman birbirimize sabredemez olduk...
İşte bu da yazıma ilham olan F.D. şarkısı..


23 Temmuz 2013 Salı

Papatya Vazomuz

Plastik su şişesinin yarısını kesip, kumaşla kapladım, ortaya bu güzel vazo çıktı :)